15 Mayıs 2009 Cuma

Bir Guguklu Saatin Azizliği

Zeytinburnu İsmek Osmanlıca 2008-2009 Eğitim Öğretim dönemi I. Kur öğrencilerinin hazırlamış olduğu bir çalışmadır.



1. Sayfa
BİR GUGUKLU SAATİN AZİZLİĞİ

Dışarıda yağmur, çamur, soğuk, ziyfos ve karanlık vardı. Berbad bir kış akşamıydı. Halbuki içeride salonlar ılık, temiz, aydınlık ve pür-neş’e idi. Çay veriliyordu. Ben de bu âleme dâhildim.
Fakat nedense melûl, mahzûn bir günümdü. Nezâketle hâzirûnu selamlamış, birkaç nâzikâne cümle sarf etmiş ve usulcacık bir köşeye yollanub orada, ayakta bir süslü masaya dayanub tahayyüle dalmışım. Ah hiç şüphe yok ki, şu salonda her şey ve herkes, ilk nazarda pek hoş pek câzibedar, pek kaygusuz pek âsude görünüyordu. Sanki hepimiz bütün işlerimizi yoluna koymuş îrâdımızı masrafımıza uydurmuş, kendimizin ve çocuklarımızın istikbâlini temin etmiş, hayatımızı taht-ı emniyete almış, şimdi buraya havâi sohbetler yapmaya, eğlenmeye gelmişdik. Ev sahipleri, dudaklarında mes’ûd tebessümler ortada dolaşıyorlar, misafirler gözleri neşeli latifeler yapıyorlar, modadan bahsediliyor. Avrupa’dan dem vuruluyor, yazın yapılacak eğlencelerle bahara çıkılacak seyahatlerin projelerinden konuşuluyor. Hülâsa müreffeh mes’ûd, tâli’li adamlar gibi bu zümre en latîf hasbihâllerle ne tatlı vakit

2. Sayfa

geçiriyordu. Evet şüphesiz ki buraya İstanbul’un bahtiyarları toplanmış en dertsiz ve endişesiz insanları bu zarif salonda birbirleriyle telâki (buluşma) etmişdi.
Ben tam muhâkememi bu raddeye getirmiştim. Birden başımın üzerinde bir harhara koptu ve garib bir mahluk bir biri üstüne altı kere: Guguk! Guguk!
Diye haykırdı. Bakdım: duvara kâr-i kadîm antika bir saat, bir guguklu saat asılmışdı.
Çâryekte bir üstündeki ufacık kapı açılıyor ve alel acayip bir kuş salona, salondakilere doğru uzanarak yerine göre, bir, beş, on, on iki defa:
- Guguk!
Diye bağırıyor, sonra yine odasına ve yuvasına çekiliyordu. Belki bunda şâyân-ı hayret hiçbir cihet yoktu. Fakat, nedense, bana bu (guguk !) lar, şu riya hülya âleminde pek manidâr göründü; Sanki onu bir feylesof azizlik olmak için asmıştı, her (guguk) bizi hakikate ircâ' için bir ihtâr ve her esassız sözümüzle, fiile uymayan kavlimizle bir istihzara idi. Hem, galiba ale’l-husus çay günleri bu (Guguk) lar o kadar yerinde çıkıyor, guguklu saat bizi o derece münasip bir yerde susduruyordu ki onun bir makineden ibaret olmayıp ayrıca bir ruha, bir zeka ve bir ilme de malik olduğuna gittiğince inanmağa başlıyordum.

3. Sayfa
- Muhakkak, diyordum, arkamızda bizi bir dinleyen var, yeri geldikçe ipini çekiyor ve saati öttürüyor!
Mesela yandaki koltuğa gömülüp yüksek sesle meclise hitap eden bir harp zengini borç gırtlağında, perişan bir halde idi ve elli lira bulmaktan aciz bir vaziyete düşmüştü. Keyfiyet de cümlemizce mâlûm idi. Gûyâ âbid hanındaki yazıhânesi işliyormuş gibi azametle:
- Piyasa durgun biraz un üzerine muamele var, fakat geçen hafta ortağımla girdik, sekiz bin lira zarar ettik!
Der demez zahir akrep çâryeğin üzerine gelmişti. Kuş yuvasından çıktı ve tüccarın üzerine doğru uzanıp bir defa:
- Guguk!
Diye haykırdı. Ben kıpkırmızı oldum; Az daha ev sahibi de:
- Kusurunu afv edin, münasebetsizlik etti!
Diyecek zannettim. Fakat baktım, kimse şu ihtâr ve istihzâ’nın farkında olmadı.
Şimdi tacir-i müflis sözünü kesmiş, halka yutturduğuna kâni’ memnun dinlenirken şık, zarif ve câzibedâr bir hanım efendi – Allahu âlem, doğru olmasa gerek ama sigorta parası için geçen yıl yalılarını kasden yakdıkları hakkında ortalıkta bir

4. Sayfa
şâyi’a dönmüştü ve bu yıl yakacak ev dahi kalmamıştı - tatlı bir bahs açmıştı.
- Geçen kışı Nis’de geçirdikdi, ne mükemmel bir hayat o bu sene beğe söylüyorum, “Canım, diyorum, bu çamurlu, sıkıntılı memlekette nasıl durulur, hiç olmazsa iki ay Mısır’a gidelim!” Fakat, inatçı adam, bir türlü razı olmuyor, “Bir işim var, hele bitsin, niyetim yine Nis’de bir villa tutmak” diyor... Bakalım ne olacak!
Hanım Efendi sözünü ikmâle vakit bulmaştı, Nis’de villa tutmak ibaresine gelir gelmez tepesinde bir har hara kopmuş ve bıçak olmalıydı – Tahammülsüz kuş kutusundan dışarıya fırlayarak:
- Guguk!
Diye ona da bir defa cân u gönülden bağırmıştı... Acaba hanım alayın farkında olmuş muydu? Ben hicâbımdan yerlere geçiyordum. Lakin anladım ki tefâhür müsabakasına girişilen bu meclisde (guguk!) değil a, bir saat icad olunsa da (yuh sana!) diye haykırsa yine kimse üzerine alınmayacak!
Üçüncü bir zat, bir muharirdi ve dalgınlıkla benim orada bulunduğumu ve işlerin iç yüzünü bildiğimi de unutmuştu... Kitaplarının mazhar olduğu rağbeti, mahviyetkârâne bir şive ile, lâkin herkesin zihnine hakk etmeğe uğraşarak tatlı tatlı anlatıyor, anlata anlata bitiremiyor:


5. Sayfa
- Vallâhi efendim diyordu, bu memleket için doğrusu şâyân-ı hayrettir. İlk eserimi beş bin bastırmıştım. Beş ayda tek nüsha kalmadı... Kitapçı geçen gün ikinci tab’ını teklif etti. “Hele şu sırada dursun!” Cevabını verdim. Mâ’mafih eş’ârımı (şiirlerimi) topladım, küçük bir cilt teşkil edecek… Tâbi’ on binden aşağı basılmasına razı değil!
On bini işiten kuş [ya tekrar çeyrek üzerine, yahutta şâir-i meşhûrun iki yüz nüsha bile satamayacağına vâkıf olduğundan hiddete gelmişti] Birden yuvasından dışarıya atılmış ve üstadın burnuna doğru gagasını uzatıp sarîh bir istihzâ ile:
- Guguk!
Diye haykırmıştı. Ben utanarak gözlerimi yere indirmiştim; zannetmiştim ki şâir de işin farkına vardı. . . Lakin ne gezer, galiba o bunu ( Bravo!) , (Mükemmel !) gibi bir takdir ve alkış sedası farz etmiş, (Mersi), (Mersi) diye mırıldanarak koltuğuna yaslanmıştı!

* * *
Söz sırası bir büyük zata gelmişti, o sâbık ve lâhîk ne kadar siyasiyyûn varsa hepsini bol keseden tenkîd ediyor, sürü sürü kusurlar sayıyor, kaht-ı ricâlden dem vuruyor, memlekete yazık olduğunu söylüyor, süslü yeleğinin cebine elini sıkıştırıp meşhûr bir siyasi tavrıyla:
Hanım efendiler, diyordu, yazık ki iş başına şark


6. Sayfa
ve garba layıkıyla vâkıf bir zat, bir azimkâr ve kıymetdâr zat geçemedi. Mesela ben deniz iktidarda bulunsa idim dört kanunla bu memlekete öyle bir intizam verir, maârfı, sanâyii öyle bir teshîl eder ticareti öyle arttırır, vatanı öyle bir gülzara çevirdim ki hasımlarıma bile meziyet mi hidmet mi takdir ettirir, dünyaya parmak ısırttırırdım. Evet fazla değil, yalnız dört kanun, dört nizamname ile milleti şu muhâtaradan kurtarmağa benim için acizleri için işten bile sayılmazdı!
Bu beliğ mûhim, müthiş hitabeyi tam zamanında medid muharriş, boğuk bir harhara, badehu sert, tiz, sabırsız bir sadâ-yı istihzâ tamamladı.
- Guguk! Guguk! Guguk!
Akrep tam altının üzerine gelmiş, bir çeyrek kadar şu nutku dinlemekten kuş bütün tahammül ve metânefini gâip ederek yuvasından dışarıya bir çılgın gibi fırlamıştı. Yedinci gugukta henüz hırsını alamamış gibi mırıldanarak zor bela içeriye girdi... Lâkin dünyayı anladığını iddia eden o zeki vukuûflu zat bu sarîh alayı hissetmemişti. Ben saatin şu nezaketsizliğinden dolayı utandığımı belli etmemek için yüzüme mendilimi kaparken o alkışlamış bir hatip edasıyla mağrur koltuğuna yaslanıyordu.
Siyasetten bıkan meclis artık öteden beriden bahs ediyordu. Otuz seneden beri otuz yaşını geçmeyen bir hanım efendi [söz



7. Sayfa
aramızda, haber aldığımıza göre kerime hanımla bir mukâvele akit etmişti, sokakta kendisine (Anne!) diye hitap etmemek şartıyla mah-be-mah elli lira cep harçlığı verecekti.] şöyle genç, şuh bir kahkaha ile birden:
- Cum’aya benim doğduğum gün dedi, yemeği hep beraber yeriz…
Sonra daha genç, şuh bir seda ile:
- Ben de otuzunu buldum! Diye ilave etti… Cümlesini henüz bitirmişti, birden tepemizde müthiş bir harhara koptu, guguk kuşu --- hem de çâryeğe gelmeden, zâhir zenbereği boşanmıştı --- kutusundan fırladı, lâyenkati’:
- Guguk! Guguk! Guguk!
Diye bağırıyor, mütemâdiyen haykırıyor, nefes nefese hanımefendiye bakarak guguklarına devam ediyordu.
Hepimiz şaşırmış, yüksekteki saate:
- Artık sus!
Diye sesleniyor, yumruklarımızı sallıyorduk. Nihayet kurması biterek bî-mecâl susmuştu; susmuştu ama bir kelime ile fikrini bu derece mükemmel ve dürüst ifade eden zarîf bir heccâva ben ömrümde tesadüf etmemiştim!

Refık Hâlid


Kelimeler
Osmanlıca Yazılışı

Okunuşu


Anlamı

زيفوس
Zifos
Yerden sıçrayan çamur.
پر نشه
Pür neşe
Çok sevinçli
ملول
Melul
Üzgün
حا ضرون
Hazirun
Hazır, mevcut, meydanda olanlar. Bir toplantıda hazır bulunanlar.
تحيل
Tahayyül
Hayal etme.
نظر
Nazar
Bakış
جازبه دار
Cazibedar
Çekici
آسوده
Asude
Rahat, sakin, sessiz, dingin.
ايراد
İrad
Gelir, kazanç
تحت امنيت
Taht-ı emniyet
Emniyet ve güvence altı
لطيفه
Latife
İnce duygu, nazik söz, hoş şaka.
خلاصه
Hülasa
Özet
مرفه
Müreffeh
Refah ile yaşayan, rahat
طالع
Tâli
Kısmet, talih
زمره
Zümre
Topluluk, takım, grup, camia
بختيار
Bahtiyar
Bahtlı, talihli, mes'ud, mutlu, şanslı
تلاقى
Telaki
Kavuşma. Buluşma, birbirine kavuşma.
محاكمه
Muhakeme
Düşünme, akıl yürütme, hüküm çıkarma, yargılama
راده
Radde
Derece, sıra
كار قديم
Kâr-ı kadim
Eski zaman işi
ارجاع
İrcaa
Geri çevirmek, geri döndürmek
اخطار
İhtar
Hatırlatmak. Dikkati çekmek. Tembih. Uyarma. Kalbe gelen doğuş, ilham.
قول
Kavl
Konuşulan söz, söz cümlesi.
استهزا
İstihza
Alay etmek, birisiyle eğlenmek. Birisini gülünç duruma düşürmek, maskara etmek.
على الخصوص
Ale-l-husus
Hususiyle, hepsinden önce olarak. Bahusus.
مالك
Malik
Sâhib. Malı elinde bulunduran. Bir şeyin mülkiyetini elinde tutan.
ظاهر
Zahir
Görünen, aşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan.
مفلس
Müflis
İflas etmiş, parasız kalmış, ticarette kar elde edemeyip veya bazı sebeplerle sermayesini batırmış olan.
قانع
Kani’
Kanmış, inanmış, tatmin olmuş.
الله اعلم
Allahüâlem
Allah bilir
شايعه
Şayia
Yayılmış haber, mütevatir. Söylenti.
اكمال
İkmal
Tamamlamak. Bitirmek. Mükemmelleştirmek.
تفاخر
Tefahur
İftihar etmek. Kendini iyi görüp, kusurdan gaflet etmek.
حجاب
Hicâb
Perde, utanma
مسابقه
Müsabaka
Karşılıklı yarışma
محرر
Muharrir
Yazan. Tahrir eden. Kâtib. Kitab te'lif eden. Gazetede yazı yazan
ذات
Zat
Hürmete layık kimse, kendi, asıl, öz
مظهر
Mazhar
Ortaya çıkma ve görünme yeri
رغبت
Rağbet
İstek ilgi
محويتكارانه
Mahviyetkârane
Benliğini silercesine
شايان حيرت
Şayan-ı hayret
Şaşmağa değer. Hayret edip şaşılacak şey
نسخه
Nüsha
Yazılı şey. Yazılı bir şeyden çıkarılan suret, Gazete ve dergilerde (sayı).
طبع
Tab’
Damga basmak. Mühür basmak. Kitab basmak. Mühür
مع مافيه
Ma’mafih
Bununla beraber
اشعار
Eş’âr
Şiirler
تشكيل
Teşkil
Biçimlendirme, oluşturma
طابع
Tâbi’
Kitap basan
شاعر مشحر
Şâir-i meşhûr
Ünlü şair
واقف المق
Vâkıf olmak
Bilen, haber sahibi. Aşina. Bir işten iyi haberi olan
حدته كلمك
Hiddete gelmek
Öfkelenmek
استاد
Üstad
İlimde ve sanatta üstün olan kimse, büyük muallim
صريح
Sârih
Açık, belirli âşikâr. Sâf ve hâlis olan
سابق
Sabık
Önceki, geçen, geçmiş
لاحق
Lâhık
Yetişen, ulaşan, erişen. Eklenen, katılan
سياسيون
Siyasiyyûn
Politikacılar
تنقيد
Tenkid
Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını bulup meydana çıkarmak
قحط رجال
Kaht-ı ricâl
Bir memlekette büyük devlet ve siyaset adamları ile alimlerin bulunmaması
دم وورمق
Dem vurmak
Bir şeyden gelişi güzel bahsetmek
شرق
Şark
Doğu. Güneşin doğduğu taraf
غرب
Garb
Batı. Güneşin battığı taraf
عزمكار
Azimkâr
Azimli, kesin kararlı
قيمتدار
Kıymetdar
Kıymetli, değerli
انتظام
İntizam
Düzgünlük, düzen, yerli yerindelik
معارف
Maarif
Marifetler, ilimler, tanımalar, eğitim
تسحيل
Teshîl
Kolaylaştırma
كلزار
Gülzara
Gül tarlası
خصم
Hasım
Düşman, muhalif
مزيت
Meziyet
Güzel özellik
خدمت
Hidmet
Hizmet
نظامنامه
Nizamname
Düzen yazısı, düzenleme ile ilgili belge
مخاطره
Muhâtara
Korkulu durum
عجز
Aciz
Güçsüz
بليغ
Beliğ
Düzgün ve adamına göre söylenmiş söz
مهم
Mûhim
Önemli
خطابه
Hitabe
Konuşma
مديد
Medid
Devamlı. Çok uzun süren
مخرش
Muharriş
Tırmalayan, azdıran, tahriş eden
بعده
Badehu
Bundan sonra
صداى استحزا
Sedâ-yı istihzâ
Alaylı söz
متانت
Metanet
Dayanıklılık
غائب
Gaib
Görünmeyen
وقوف
Vukuûf
Bilme, biliş
نزاكت
Nezaket
Naziklik, incelik, zariflik
خطيب
Hatib
Konuşan, hitap eden
مغرور
Mağrur
Gurulu
مقاوله
Mukavele
Sözleşme
عقد
Akid
Söz, sözleşme
ما ه بما ه
Mah-be-mah
Aydan aya
شوخ
Şuh
Şen, oynak
ظاهر
Zâhir
Görünen, belli
زنبره ك
Zenberek
Kurulan alet
لاينقطع
Lâyenkati’
Kesilmeksizin, aralıksız
متمادياً
Mütemadiyen
Devamlı, sürekli
بى مجال
Bî-mecal
Mecalsiz, halsiz, dermansız, zayıf
هجاوه
Heccav
Hicveden, alay eden, yeren
تصادف
Tesadüf
Rast gelme


Hazırlayanlar
1) Mehmet Ali Akkaya ( Çeviri, tashih, düzenleme)
2) Meryem Alper ( Kelimeler )
3) Azize Seçer ( Çeviri)
4) M. Oktay Kürüm ( Çeviri)
5) Zehra Ural ( Çeviri)
6) Melahat Akgün ( Çeviri)
7) Mustafa Şen( Çeviri)
8) Murat Geçer ( Çeviri)
9) Erdal Orman ( Çeviri)
10)Hüseyin Serdar ( Çeviri)
11)Ali Rıza Atasoy ( Çeviri)
12)Osman A. Döndü ( Çeviri)

1 yorum:

okulumemduh dedi ki...

Sayın "Osmanlıca Sevdalıları"
Muhterem Kardeşlerim!
Bu güzel ve zevkli bir işe giriştiğiniz için öncelikle sizi kutluyorum ve muvaffakıyetler diliyorum. Yine birçok akademik çevrelerde yoğun bir çaba gösterildiğini de biliyorum. Eğer bu çabalar olmasaydı belki 20-30 sene sonra kendi tarihimizi okutmak için yabancı ilim adamlarına başvurmak zorunda kalabilirdik. Şunu da iyi bilmek gerekir ki; bana göre, Osmanlıca bilmeyen bir tarihçi, ünlü bir tarihçi olamaz, hatta iyi bir edebiyatçı da olamaz. Örneğin: Bir tarih kitabında 2-3 farklı görüş var, hangisinin doğru olduğu konusunda tereddüt ederse esas kaynağına müracaat etmesi gerekir. Eğer iyi bir Osmanlıcası da yoksa kendisine uygun geleni seçecektir. Bu da doğru bir seçenek olamaz. Burada en doğrusunu bulmak için bu yorumu yaptım, yoksa değerli ilim adamlarımızı eleştirmek anlamında değildir. Zaten eleştirebilecek kadar bir birikimim de yoktur.

Sevgili gençler! İyi bir tarihçi veya iyi bir edebiyatçı olmak istiyorsak, edebiyatımızda geçen Arapça ve Farsça kelimeler, terimler, deyimler ve hatta bu gün kullanılmayan metrûk kelimeleri de öğrenmemiz gerekir. Bunu da Osmanlıca kitapları okurken veya incelerken uygulamalı olarak öğreneceğiz. Yoksa önce Arapça ve Farsçayı öğreneyim dersek, zaman kaybetmiş oluruz.

Sayın site okuyucuları! Zinhar! Ürkmeyin, yılmayın, korkmayın. Şunu iyi bilin ki; ben bunu öğreneceğim dediğinizde, mutlaka öğrenirsiniz. Onun için ümitsizliğe düşmeyin. Osmanlıca zaten Türkçedir, merak ederseniz kolaylıkla öğrenebilirsiniz, ayrıca ufkunuzu da daha fazla açar. Şunu unutmayın ki, önünüze bazı engeller çıkabilir, bunlar olağandır. Bu hususta bir atasözü var. “Her şey için bir engel vardır, ama ilim için engeller vardır.” Örneğin bir Celî-divânî veya bir Siyakat yazısını gördüğünüzde, içinizdeki bir his size şöyle diyebilir. Siz de sakın! “Ben bunları zaten okuyamam veya öğrenemem, en iyisi bırakıyım da kurtulayım” demeyin. Çünkü ilim bir merdivene benzer ve sabır ister. Basamak basamak çıkılır. 2-3 basamağı birden çıkmaya kalkarsan, ayağını da incitebilirsin.
Önemli bir husus da; bir işin mükemmel olmasını istiyorsanız, o işi iyi seveceksin ve aşıkı olacaksın, aksi takdirde mükemmel bir iş yapmış olamazsın.

Sayın Gençler! Bütün bunlarla uğraşırken okulumuzu ve iş hayatımızı sakın aksatmayalım.
Dengeli hareket etmek gerekir.

Eğer açık bir posta adresi verirseniz. Sitenize hediye olarak bir kitap göndermeyi düşünüyorum.
Selam, sevgi ve saygılarımla. 15.08.2009


Memduh OKULU
Üsküdar
0532 203 74 75